Bu mektubu imece usulü çalıştırdığımız hastane odasında kaleme alıyorum. Sağlıkta reform adı altında piyasalaşmanın önünün açıldığı, sağlığın ticarileştirildiği günlerde insanlara gelecekten böyle bir mektup ulaştırabilmiş olsaydık görüş farklılıklarından kaynaklanan kafa karışıklığının ötelenip yaşananların önü el birliği ile alınırdı diye düşünüyorum.
Yaşananlara inanmakta başlangıçta herkes zorlanmıştı. Yılların devlet hastanesi bir sabah bağlı olduğu hastane birliğinin ekonomik istikrar önlemleri uyarınca kapatılmış, personelin sözleşmesi iptal edilmişti. Hastalar ve doktorlar o sabah hastanelerine girememiş hastane bahçe ve çevresinde dolaşıp durmuştu. Küresel ekonomik krizin olumsuz etkisi kapanan işletmeler, küçülen ekonomi, işsizlik ve geleceğe dönük kaygılar olarak toplumu sarmış, bu durumdan sağlık işletmeleri de nasibini almıştı. Kapatılan devlet hastanesinin yakın çevrede alternatifin olmaması kaygıları arttırmış kapanmış olmasına karşın hastalar hastane bahçesinden çıkmamakta direnmişti. Küçülmekte olan sağlık piyasasında iş bulmanın zor olduğunu gören doktorların hastane bahçesinde yıllardır aşina oldukları hastaların sağlık sorunlarına cevap vermeye başlamasıyla işin rengi değişti.
Sağlığın kamusal hizmet olmaktan çıkarılıp piyasaya terk edilmesi ile başlayan süreç devlet hastanelerinin kamu hastane birlikleri şeklinde ticari işletmelere dönüşümünü ve yine birlikler halinde uluslararası sermayeye satılmasını amaçlıyordu. Vatandaşın sağlığı kar hırsıyla rekabet eden piyasaya terk edilecek, satılan hastane birliklerinden gelen dış kaynak ile ülke borçlarının döndürülmesi sağlanacaktı. Artan sağlık giderlerini karşılayamayan sosyal güvenlik sistemi vatandaşın cebinden çıkacak parayı arttırmanın yollarını aramaya başlayana kadar doktorlar ve diğer sağlık çalışanları dışında herkes gelişmelerden memnundu. Ancak sağlık çalışanlarının üretimden gelen güçlerini de kullanarak farklı biçimlerde ortaya koyduğu yıllara yayılan kararlı direnişi yatırım planlayan sermayeyi ürkütmüş beklenen dış kaynaktan umut kesilince hastane birlikleri yerli sermayeye devredilmeye çalışılmıştı. Bu durum iç borç sorununu bir nebze giderse de ülkenin dış açığı için beklenen kaynak girişinin gerçekleşmemesi krizin ülke genelinde daha da ağır hissedilmesine neden olmuştu.
Bu şartlar altında hastane birliği küçülmeye gidip hastaneyi tasfiye ederek binasını kiralama kararı almıştı. Eskinin devlet hastanesinin ellerinden gitmekte olduğunu gören hasta ve yakınları cihaz ve ekipmanların taşınacağı o hafta sonu binayı işgal ettiler. İşgale doktorlar da katıldı. Binanın kamu malı olduğu ve kamuya danışılmadan yapılan uygulamaların geçersiz olduğu vurgulanarak binadan çıkmamakta direnildi. Kolluk güçlerinin müdahalesi de yetersiz kalınca taşınma işlemi ertelenip derinişin kırılması beklendi. Direnişin haber olması ile önce yakın ilçelerden sonra ülkenin çeşitli bölgelerinden destek mesajları ve başta tıbbi malzeme olmak üzere yardım yağmaya başladı. Bakanlık yetkilileri bölgeye seyyar hastane hizmeti sunan araçlar göndererek geçici çözüm üretmeye çalışsa da vatandaş neyi kaybedecek olduğunun farkındaydı. Direniş ve işgalin zaman içinde gevşemesini bekleyenler doktorların yol göstermesi ve vatandaş desteği ile hastanenin tekrar çalışır hale getirildiğini gördüler. Direnişin kitlesel katılım ile gerçekleştiğini gören belediye hastanenin kendi gözetiminde hizmet veren sağlık kuruluşu olduğunu ilan edip kesilmiş olan elektrik, su ve doğalgazın verilmesini sağladı. Sözleşmesi sona eren hastane çalışanlarının çoğu haberi alınca görevlerinin başına döndü.
Göz doktoru ve göğüs hastalıkları uzmanı bulamamanın sıkıntısını yaşarken hastaneye yıllarca hizmet edip yaş haddi ile emekli edilen emektar meslektaşlarımızın "Sizlerle gurur duyuyoruz, izin verin, yer açın çorbada bizim de tuzumuz olsun" diyerek karşılık beklemeden aramıza katılmaları moralleri arttırdı. Birkaç ay içinde hastane çalışmaya başlamış sosyal güvenlik sistemine bağlı olmasa da vatandaş desteği ile mütevazı şartlarda kendini döndürür hale gelmişti. Üstelik yeni yapılanmanın lideri veya yöneticisi de yoktu. Kararlar ortak alınıyor, uzlaşılamayan durumlarda küçük komiteler ile çözüm aranıyordu. Hastalardan ve hayırsever vatandaşlardan gelen destekler hastanenin işletme giderleri için kullanılıyor, bilanço şeffaf biçimde her ay sonu ilan edilerek hastanenin gelir gider durumundan herkes haberdar ediliyordu.
Başlangıçta hastanenin bu şekilde işletilmesinin çok sürmeyeceğini düşünen bakanlık yetkilileri 6 ay gibi kısa sürede işlerin yoluna girip hastanenin yeni cihaz yatırımları yapmaya başladığını görünce duruma müdahale etmeye çalıştı. Ruhsatı olmadığı gerekçesi ile hastaneyi mühürlemeye kalkıştı ancak bahçe kapısından bile girmeyi başaramadı. Bakanlık yetkililerine “burada size ihtiyacımız yok, bizleri temsil etmiyorsunuz, bu kurum sizde kayıtlı olan hastanelerden bağımsız olarak hizmet veriyor ve sosyal güvenlik siteminden geri ödeme almadan vatandaş desteği ile ayakta duruyor” denilerek karşı çıkıldı. Güç kullanılmaya çalışıldığında kolluk kuvvetleri karşılarında hastaları, yakınlarını ve yerel basını buldu. Kalabalığı dağıtmak için kullanılan biber gazından hastaların olumsuz etkilenmesinin ülke genelinde doğurduğu infial geri çekilmelerine neden oldu. Bu kez hastanenin mülkü satışa çıkarılarak direnişin sonlanmasına çalışıldı ancak satışın iptali için açılan kamu davaları ve karşı eylemler alıcıları korkuttu, satış gerçekleşmedi.
Vatandaş ve sağlık çalışanlarının ortak amaçta bir araya gelip destek verdiği imece usulü çalışan hastanemiz ülke genelinde ilgi gördü ve benzer durumdaki faaliyete kapatılmış hastaneler için model olmaya başladı. Sivil toplum örgütlerinin desteği hastanenin kurumsal düzeyde muhataplar bulmasını kolaylaştırdı.
Kamusal hizmet üretmekten kaçındığı için bakanlığın halk gözünde küçülmesi ve itibar yitirmesi hükümetin geleceği için de sorun olmaya başlayınca verilmekte olan sağlık hizmetinin kamusal hizmet olduğunu hatırlayıp bu türden kapatılma noktasına gelen hastanelerin çalıştırılması için devletin önlemler alması gündeme geldi. Çalışanların devlet memuru olarak işe alınması ile başlansa da hastanenin yönetim modeli için yapılan atamalar kabul edilmedi. Hastane vatandaş ve sağlık çalışanlarının eşit olarak temsil edildiği kurul tarafından yönetilmeye devam ediyor.
Başlangıçta hatalar yapsak ve deneme yanılma yoluyla yönümüzü bulsak da karşılıklı güvene dayalı sağlıklı işleyen bir hastane modeline ulaşmış olmamızı bir hasta yakının sözleriyle açıklayabilirim. O hasta yakını; “Doktorlar sağlığın hava gibi, su gibi insan hakkı olduğunu, piyasalaştırılamayacağını, parası olmayanların mağdur edileceğini ve her piyasa gibi iflas edebileceğini haykırıp sağlığın kamu hizmeti olarak kalması için iş bırakma ve benzeri eylemler yaparken gelecekte hastaları ile yüz yüze kalacağını, o gün geldiğinde onlarla el ele çözüm üretmek zorunda olduğunu bilerek vicdanlarıyla hareket etti. O günlerde eylemlerinizi anlamamış hatta kızmış bile olabiliriz ama bugün yüz yüze konuşabiliyorsak bunu eylemlerinizde hastalarınıza zarar vermemeyi ön koşul olarak kabul etmenize borçluyuz” diyerek açıklamıştı.
Bu gün geri dönüp baktığımda tüm bunların hiç yaşanmamış olmasını, sağlığın endüstrileştirilmesi ve tümüyle piyasanın insafına bırakılmasının doğuracağı risklerin önceden görülmüş olmasını dilerdim.
Bu mektubu umutların tümüyle yitirildiği anlarda bile ortak akıl ile çözüm üretilebileceğinin kanıtı olan hastanemizde kaleme alıyorum. Umarım elinize ulaşır ve sağlığın piyasalaşmasının önlenemez olduğunu düşünen umutsuzlar için yol gösterici olur.
Dr. Mehmet Uhri